Connect with us
istanbul escort kuşadası escort bayan bursa bayan escort

Yazarlar

ABD-Çin savaşı 80 sonrası düzeni değiştiriyor

Published

on

ABD ve Çin; biri dünyanın en büyük tüketim ekonomisi diğeri ise dünyanın fabrikası konumunda. Bu iki ülkenin simbiyoz ticaret yapısı yakın zamanda daha bir Çin yönüne dönünce ABD, bir takım bağları parçalamak yoluna gitti. Eski Başkan Trump döneminde resmen ilan edilen ticaret savaşı Biden ile birlikte Atlantik ittifakının, Çin’i kuşatma projesine evrildi. Çin’in bir yandan Kuşak Yol Girişimi ile finansal ve ticari diğer yandan Şangay İşbirliği Örgütü ile siyasi ve askeri açıdan ön alması sayesinde Washington Konsensüsü yerine Beijing Konsensüsü geçer akçe olmaya başladı.

Recep ERÇİN

Marksist bir yayın olan Monthly Review’ün Temmuz-Ağustos 2021 sayısında editör Profesör John Bellamy Foster’in kaleme aldığı makalenin başlığı “The New Cold War on China” idi. Atlantik ittifakının radikal unsurları Çin’e karşı alttan alta bir Soğuk Savaşı çoktan ilan etmiş durumda. Bu durum dünya barışını tehdit ediyor. Profesör Foster’ın da makalesinde vurguladığı gibi Çin’e karşı oluşturulan ittifak, Çin’in hem fethedilemeyecek hem de ekonomisinin başarısız olmasına yol açılamayacak kadar büyük olduğunun farkında. O halde sistem yeni bir uzlaşı arayışına girmiş bulunuyor.

AVRUPA İŞİN NERESİNDE?

Yeni uzlaşı daha çok iklim krizi temelli olarak batı yakasında inşa ediliyor. Avrupa’nın Yeşil Mutabakatı sadece kıtayı değil bütün bir değer zincirini yeniden şekillendirecek. Bu anlamda ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşları, “Sen benden biraz daha buğday, mısır al aramızdaki ticaret açığı kapansın, 5G’de çok hızlı ilerledin sana biraz yaptırım uygulayayım da benim şirketlerim de rekabette geri kalmasın” şeklinde ilerlerken, Avrupa’nın hadiseye bambaşka bir pencere açtığını görüyoruz. Biden yönetimi henüz bu konuda net bir yol haritası oluşturabilmiş değilken geçen yıl Avrupa’nın en büyük ticaret ortağı olmayı başaran Çin ise 2060’da karbon nötr ülke vizyonu ile bir adım öne geçti bile. Pekin’den Paris’e raylı ticaretin hacmini günden güne artıran Çin, Avrupa’nın birinci sınıf tedarikçisi olma konumunu güçlendirmek istiyor. Türkiye ise coğrafi yakınlığının avantajını Yeşil Mutabakat’a uyum sağlayarak bir üst aşamaya taşıma şansına sahip. Bu dönüşüm Türkiye’nin sanayi ve lojsitikte de bir üst lige çıkmasına hizmet edecek. Özetle Avrupa’nın yeşil yolculuğu, ona ayak uydurmak zorunda olan tedarikçiler için zorlu bir süreci içeriyor. Adeta Stephen King romanları gibi. Önümüzde bir Yeşil Yol var ancak bu yolun sonu Uzun Çimenler’e çıkabilir..

DÜNYANIN YARISI EDİYORLAR

Birbirine simbiyoz şeklinde bağımlı iki ülke de ticaret savaşlarının ilanıyla bir nevi dünyayı iki ayrı cepheye bölmüş durumdalar. Bir yandan Çin, RCEP benzeri anlaşmalarla ticari nüfuzunu artırma yoluna giderken, öte yandan ABD Kovid-19 krizinin verdiği avantajla finansallaşmanın dozunu artırarak hem doların hakimiyetini perçinleme peşinde hem de alttan alta Atlantikteki müttefiklerini tahkim ediyor. Çin milli geliri 2020’de 14.7 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaştı. ABD ekonomisinin büyüklüğü de 21 trilyon dolar düzeyinde. Küresel gelirin 84.5 trilyon dolar olduğunda hareketle bu iki ekonomi dünya hasılasının yüzde 42’sini temsil ediyor. ABD ticaret savaşlarıyla Çin karşısında ön alırken esasen İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan kurallı ticaret sistemini de yıkmış oldu. Yine küresel yönetişim alanında zafiyete neden olan bu adımlar ABD’nin liderlik iddiasının tamamen bittiğini de tescil ediyor. Fakat dünya gelirinin yarısına yakını oluşturan bu iki ekonominin görünürdeki savaşı, Avrupa’nın yeni ticari düzenin kurallarını belirlediği ortamda ne kadar gerçek!

TEPAV Direktörü Prof. Dr. Güven Sak 15 Eylül 2020’de kaleme aldığı “Amerikan şirketleri Çin’den çıkıyor gibi görünmüyorlar” başlıklı yazısında şunları kayda geçti: “Şangay’daki Amerikan Ticaret Odası’nın (AmCham-Shanghai) anketine göre, Çin’de faaliyet gösteren Amerikan şirketlerinin yalnızca yüzde 4’ü üretim merkezlerini Amerika’ya taşımak üzere kapatmışlar. Firmaların yüzde 70’i ise böyle bir planları olmadığını söylüyorlar. Trump’ın çıkardığı tüm o gürültüye rağmen planlarda bir değişiklik yok. Ses var, görüntü yok. Ancak önümüzdeki beş yılda şirketlerin yüzde 71’inin dile getirdiği temel problem, Çin-ABD arasındaki ticari gerginlik meselesi. Şirketlerin yüzde 78.6’sı yatırım kararlarında bir değişiklik olmadığını dile getiriyor zaten. Ancak Çin’deki yatırımlarını artıracağını söyleyenlerin oranı 2019 yılındaki yüzde 47.2’den, 2020’de yüzde 28.6’ya gerilemiş gibi gözüküyor.”

İŞ SANILDIĞI GİBİ DEĞİL

O tarihten bu zamana da “Çin’den çıkıyorum” diyen bir şirket görmedik. Bilhassa birçok batılı finans devinin merkezlerini Asya’ya kaydırdığına şahit olmaya başladık. ABD ve Çin arasındaki savaş ticari gibi görünüyor olsa da esasen işin kilitlendiği nokta, dijital liderlik. Salgın ile birlikte çok daha dijitalleştik. Bu dijitalleşme süreciyle Anadolu da birkaç unicorn çıkarmayı başardı. Çin hem e-ticaret hem de dijital para ve ödeme sistemlerinde dünyanın önünde gidiyor. Fosil yakıtların devri yavaş yavaş sona ererken veri petrolden daha önemli hale geldi. 5G’de ön alan Çin dijital teknolojiler konusunda ilk defa Batı dışında bir ülkenin dünyaya yol çizdiğini gösterdi. İşte ABD’nin canını sıkan bu oldu. Ar-Ge inovasyonda hala lider olan ABD, rakipleriyle arasındaki farkı koruyamıyor. Giderek kapanan fark karşısında Çin’i teknoloji aşırmakla itham eden Batı, yeni bir kurallar silsilesi ile iç cepheyi tahkim etmek peşinde. ABD ile Çin’in ticaret savaşı sadece dış ticaret anlamında “sen benden daha çok buğday al ben senden şunu daha az alayım” hadisesi değil elbette.

ABD zaten hizmetler kaleminden elde ettiği gelirlerle ticaret alanında verdiği açığı kapatıyor. Bir de doların hakim konumu sayesinde sınırsız bir kaynak var elinde. İşte bu noktada ticaret savaşları özellikle Rusya’nın başını çektiği bir dolarsızlaşma hamlesiyle finansal alana da taşınmış durumda. Asya ülkeleri daha bir “ulusal paralarla ticaret” yapalım iştahındalar son dönemde. Yani geçen süreçte Trump’ın ilan ettiği ticaret savaşları yalnızca bir mal ticareti anlamında gümrük tarifelerinin yükseltilmesi ile sonuçlanmadı. İşin içerisinde geleceğin teknolojilerinde söz sahibi olma ve doların hakim konumunu etkileyecek gelişmeler de var.

MAL DENGESİ KAVGASI DEĞİL

Yukarıda da aktardık iki ülke arasında simbiyoz yaşam türü bir iktisadi ilişki söz konusu. Bu evlilikteki şiddetli geçimsizlik yakın zamanda bir boşanma ile sonuçlanamaz. Çin’in birçok ülkeye dış fazla vermesi söz konusu. Çin, yeni dönemde ithalata da ağırlık vererek ticaretini dengelemek istiyor. Öte yandan salgın etkisiyle özellikle ABD-Çin hattında hızla yükselen konteyner lojistik maliyetleri yakın coğrafyalardan tedarik konusunu gündeme getirdi. Salgından önce ABD Ticaret Bakanı’nın Türkiye’ye gelip ürün tedariği anlamında bir takım görüşmeler yapmasının meyvesini şu günlerde alıyoruz. Türkiye, bir yandan Çin’e daha çok gıda ürünü satmak ve Asya’dan finansman çekmek peşindeyken, diğer yandan Atlantik ittifakı üyelerine sağladığı tedariğinde oranını artırıyor. İki ülkenin giriştiği ticaret savaşı 1980’lerden bu yana 40 yıldır şekillenen ticari mimariyi baştan aşağı değiştirmeye başladı bile. Yakında bunun finansal mimari alandaki yansımalarını da göreceğiz. Ticaret savaşına yalnızca, iki dev ekonominin mal dengesi tarafında giriştiği bir çetin müzakere şeklinde bakamayız. Savaş bütün dünyada korumacılığın artması ve ticaretin yavaşlaması sonucunu getirdi. Üzerine gelen Kovid-19 krizi tedarik zincirlerinin yeniden şekillenmesine yol açıyor. Dünyada dengeler yeniden kuruluyor.